Bayrampaşa’da bir işhanının en üst katı. Duvarlar muhtelif Atatürk resimleriyle ve tavana kadar aralıksız genç erkek fotoğraflarıyla dolu. Kimi çarşı izninde stüdyoda, kimi kışlanın bir köşesinde verilmiş gururlu pozlar. ‘Vatan sağolsun’lar, ‘Şehitler ölmez’ler. Vesikalıklarda fonlar benziyor; hakiler, kamuflajlar zaten aynı. Yüzler değişiyor, ki hepsinin sonu da aynı.
Vatan Şehitleri Derneği, şehit aileleriyle yardımlaşmak, onlara moral desteği vermek, her yıl Şehitler Haftası düzenlemek gibi hedeflerle kurulmuş. Bu toplantının bir önemi var. Içerdeki sekiz ailenin çocuğu da kışlada şüpheli bir şekilde hayatını kaybetmiş. Çoğunluğuna çocuklarının intihar ettiği söylenmiş. Ikisinin ölümü askeri cezaevi kaynaklı işkence… Muhtemelen ilk kez bir ‘şehit derneği’ şaibeli ölümler hakkında bir açıklama yapıyor, Başbakan’dan çözüm talep ediyor.
‘Askeri yargı niye var?’
Aileler üçlü koltuklarda birbirlerine tavsiyeler veriyor. Hem hukuki tavsiyeler, hem mesela antidepresan önerileri… Gözler çoğunda donuk bakıyor.
Sırtından vurularak intihar edenler, iki kurşunla kendini vurabilen erler… Eksik otopsi raporları, estetikle kapanan yaralar… Her aile oğlunun hikâyesini anlattıkça, uzun yıllardır dernekte olan, üç yıldır da başkanlığını yürüten Aytulu Kirazaldı bir daha ağlıyor. Babasından kalma emekli maaşını bu derneğe veriyormuş her ay.
Önce sesi titreyerek Başbakan’a yazdığı mektubu okudu Kirazaldı. Ailelerin yapılan açıklamaları inandırıcı bulmadığını, bu davaları AIHM’ye taşımak istemediklerini, devletin bu durumu düzeltmesinden yana olduğunu söyledi. “Neden bu gençlere şehitlik mertebesi verilmiyor?” diye soruyordu. Bazı aileler hakikaten ‘şehitlik’ imkânlarından mahrum kalmamak, en azından bu titre sahip olmak istiyordu. Bazılarının temel derdiyse çocuklarının nasıl öldüğünü öğrenebilmekti.
Ramazan Bahar, 2009’da Kastamonu’daki birliğinde intihar ettiği söylenen Celal Bahar’ın babası. Bahar, daha önce anlattıklarından yola çıkarak oğlunun komutanının kimi karanlık işlerine şahit olduğu ve bunun bir parçası olmak isetmediği için öldürüldüğünü söylüyor. Elindeki çelişkili veriler intihar olasılığını doğrulamıyor ona göre: “Hukuk evrenselse askeri yargı neden var? Benim maddi talebim yok, oğlum nasıl öldü, onu ortaya çıkarsınlar. Intiharsa nasıl intihar seviyesine getiriliyor bu çocuklar, onu anlatsınlar. 40 yıldır savaş bitmiyor. Ama benim oğlumu teröristler falan öldürmedi. Bakın Afyon’daki patlamada üç kişi ölseydi onlara da intihar diyebilirlerdi, 25 kişi ölünce diyemediler.”
‘Ne intiharı, operasyondaydık’
Kıbrıs’ta askerlik yaparken ‘DISKO’ denilen askeri disiplin koğuşunda gördüğü muamele yüzünden ölen Uğur Kantar’ın babası Aydın Kantar da oradaydı. Kantar “Askeri mahkeme ne demektir? O zaman belediyenin de, Emniyet’in de kendi mahkemesi olsun” diyordu. Uğur’un gördüğü işkenceye dair 20 şahidi var, bir arpa boyu yol alamamışlar hukuken. Bilakis cezaevi müdürünün sonra üstün başarı belgesi aldığını duymuş.
2008’de Izmir Buca’da askerliğini yaparken intihar haberi gelen Yunus Emre Akbaba’nın annesi Canan Akbaba, kendilerine “Kız arkadaşı yüzünden intihar etti” şeklinde açıklama yapıldığını söylüyor. “Dışarı çıkabilmek için bir arkadaşını sözlüsü diye tanıtmış. Kız arkadaşı bile yoktu. Kış günü nöbet kulübesinde eldivensiz olması mümkün değil, eldiveninde barut izi yok. Kepi namlusunun ucuna asılıymış. Nasıl olur?” diyor. Ancak gömülürken görmüşler oğullarını, öncesinde göstermemişler bile.
Annesi Nazmiye Alışır anlatıyor, 2010’da oğlu Cihan için önce Irak sınırında operasyonda öldüğü söyleniyor: “Kasımpaşa Askeri Hastanesi’ne şehit diye geldi, sonra şehit töreni yapıldı. Sonra birden şehitliği geri alınıp intihar ettiği söylendi. Kaburgaları kırıkmış, altı kurşun deliği varmış. Ben iki senedir kan kusuyorum, adalet istiyorum.”
Mehmet Ali Şahin’in babası Ömer Şahin, 10 dolarlık yevmiye için oğlunun Kuzey Irak’a gönüllü gittiğini söylüyor. Intihar haberi geldiğinde şansı, yetişip hastanede oğluyla konuşabilmek. Oğlu “Ne intiharı, operasyondaydık” diyor. Ankara GATA’ya götürülecekken ölüyor. Ellerinde intihar diyen bir otopsi raporu var. Ama hem sırtında, hem bacağında kurşun yarası… Şahin “Operasyonda olduysa niye intihar diyorlar? Intihar ettiyse neden? Niye biz şehit statüsünde değiliz?” diye soruyor.
Volkan Kamalak, 2009’da Ağrı Eleşkirt’te askerliğinin daha 17. gününde hayatını kaybetmiş. Atış talimi sırasında intihar ettiği söyleniyor, ki dört yıldır davanın peşini bırakmayan ve AIHM’ye taşıyan babası Hayri Kamalak intihara inanmıyor. Alevi ve solcu bir aileden gelmesinin kafalarında soru işaretleri yarattığından söz ediyor. Hayri Bey, çocukları kışlada şüpheli biçimde ölen ailelerin örgütlenmesi için de çalışan biri. Bunun bir şehit derneğindeki ilk etkinlikleri olduğunu söylüyor. Ara ara salonda tansiyon yükselip de siyasi mesajlar verildiğinde Aytulu Hanım uyarıyor. Samimiyetle ailelerin acısına ortak ama mesela sivri mesajlar verilmesin istiyor. Bütün bu çocukları PKK vurmuş olsa kafası netleşecek; “Gelsin beni de vursunlar” diyor. Bir şeylerin yolunda gitmediğini görecek kadar vicdanlı ama ne olduğunu da bilmiyor. Sesi titreyerek “Nereye gidiyoruz Allah aşkına sayın başbakanım?” diye soruyor. O aileler gibi bunu bilmek istiyor.
Tescilli işkence
2005’te oğlu Murat’ı kaybeden Kenan Polat anlatıyor: &ldq
uo;Askeri Cezaevi’nde işkenceyle öldü oğlum. Iskenderun’da askerliğini yaparken çarşı izninde arkadaşlarıyla araba kiralıyorlar. Ceplerinde para bitene kadar üç-dört gün geziyorlar. Yakalanınca Adana Askeri Cezaevi’ne götürüyorlar. Orada neler yaşandıysa oğlum öldüğünde coplarla, postallarla ezilmiş, her yanı darp izi içindeydi. 27 gün direndi. Otopside işkence olduğu tespit edildi. Davamız askeri mahkemeden sivile alındı. Çözüm sadece askeri mahkemelerin kalkması değil, sivil yargılamadan da memnun kalmadım. Ikisinde de örtmeye çalışıyorlar. Bir kişinin üzerine yıktılar, o 25 yıl ceza aldı. Gerisinin birer ikişer yıl cezaları para cezasına çevrildi; 525 lira. Budur yani.
Kapanan yara
Murat Oktay Can, ‘bir evin tek bir oğlu’. 2009’da babası Oktay Can’a haber geliyor: “Önce Tunceli’de karakolda çatışmada şehit olduğunu söylediler. Antalya valisinin de katıldığı şehit töreni yapıldı. Ama iki gün sonra komutanı kendisini vurduğunu söyledi. Evladımda iki kurşun var. Biri alnında, biri yüzünde. Yüzündeki deliğe estetik yapılmış Elazığ Fırat Üniversitesi’nde. Son fotoğrafı kalsın diye çocuğumu çekmiştim. Olay inceleme kayıtlarıyla karşılaştırınca bir deliğin kapandığı görülüyor. O fotoğraf delil oldu, mahkemeye verdim. Danıştay’ın kararı bizi bir parça rahatlattı. Sahte evrak düzenlemekten üç doktor bir teknisyen hakkında soruşturma açılmasını istedi. Hâlâ delil istiyorlar. En büyük delil çocuğumu sağ salim teslim etmemdir.”