ŞEHİT CENGİZ TOPEL CADDESİ'NDE 3 ŞEHİT
Umur Talu utalu@htgazete.com.tr
Şehit Cengiz Topel Caddesi’nde üç şehit!
15 gün önce İzmit’te Cengiz Topel Havaalanı’ndan kalkan askeri uçak düştü; iki subay, iki astsubay “şehit” oldu.
Cumartesi günü Yüksekova Cengiz Topel Caddesi’nde, arkadan gelen maskeli iki kişi, bir uzman çavuş ile iki eri “şehit” etti.
***
Cengiz Topel mahallelere, semtlere, meydanlara, Balıkesir’den Yüksekova’ya caddelere, yurdun dört yanında ilk, orta ve liselere, teknik okullara, camilere, ilk mektebi okuduğu Gönen’de anaokuluna ismi verilmiş bir “şehit”!
15 günde 7 askeri aynı “şehit”in adını taşıyan yerlerden “şehit” veren canımız ülkemiz!
***
Yaşasaydı 80 yaşında olacaktı Cengiz Topel.
30’unda, Kıbrıs’a “uyarı uçuşu” yapan filoda vuruldu uçağı. Esir düştü. Sonra cenazesi teslim edildi. İşkence de gördüğü söylendi.
Kıbrıs’ın tam yarıldığı o 1963-64 işte!
Önümüzde Hürriyet’in “mezalim” sayfaları. Bir küvet içinde, öldürülmüş “soydaşlar”.
Bağlarbaşı’nda Türk, Rum, Ermeni bir arada oynayan, Yorgo’nun kiracısı, Bakkal Yani’nin müşterisi olan biz küçüklerin de, “millet, milliyet, ırk, din” temelinde bir ötekine, en iyi arkadaşına bile anında düşman oluverdiği; “son Rumlar”ın da “yollandığı” bir başka zaman.
***
“1963 olayları” günlerinde babamı da bir hastanede kaybetmiştim.
Göremediği “Gazeteci Kooperatifi”ne, Küçükçekmece üzerindeki Basınköy’e onsuz taşındık.
Komşularımız “Havacılar”!
İşte oradayken, 30 yaşındaki, Karacı çıkıp Havacı olmuş Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel’in düşürüldüğü, esir alındığı, sonra ölüsünün teslim edildiği haberi geldi.
Çocukluk “kahramanımız” olmuştu.
Hiç tanımadığım Pilot eniştem ile özdeşleştirdim. O da bir tatbikatta düşüp “şehit” olmuştu savaş uçağında.
Teyzenin evinde bir çerçeve içinde üniformalı, gülümseyen resmini görürdüm. O resim birden Cengiz Topel oldu! Havacı eşlerini kaybetmiş başka teyzelerle doluveren o evde “Cengiz Topel’in yası” bir başka tutuldu.
***
Tabip Albay olan dayıma ısrarla “Cengiz Topel olayı”nı anlattırdım.
Oysa o da iki büyük travmadan yeni dönmüştü zaten.
Sıvasız hane çocuklarının sürüklendiği Kore’de, onca “şehit, yaralı, çıldırma” ortasında, cephede doktorluk yapmıştı.
Kore’den dönmüş, askeri darbede “Asabiye Hekimi” olarak Yassıada’ya tayin edilmiş, kendisi bu konuda hiç konuşmamış olsa da, sonradan anlatıldığına göre “idamlara itirazı olmuş”tu!
Ne olursa olsun, kan gölü Kore ve üzerine idam sehpası Yassıada’da!
Kore’de düşen yoksul çocuklar, onları Kore’ye yollamış, sonra darbede Yassıada’da asılan Başbakan ve bakanlardan bir ülke.
Harbiyeli olarak Tıp Fakültesi’ne de girdiğinde, başka dallar mümkünken özellikle “Ruh ve Sinir Hastalıkları”nı seçen, çünkü aşık olduğu “karısı”nı tedavi etmek isteyen Albay’ın üçüncü travması, yıllar sonra, çoktan ayrıl olduğu kadının intiharı ile gelecekti.
***
Bu yazıyı nasıl yazacağımı baştan pek kurmadım. Zaten öyle yazmıyorum genellikle.
Böyle yakın-uzak acılarla, bir “şehit”ten onca kayba, içimden akıyor ve içimi yakıyor.
***
Milyonlarca çocuk ilk, orta, lise öğretimlerini “Şehit” isimli okullarda alıyor; “Şehit” caddelerinde, sokaklarında, parklarında, mahallelerinde büyüyor.
“Şehitler”den bir tarih belliyor.
Özellikle milyonlarca yoksul çocuk, bazen bir tabeladan ibaret kalmış olsa da, kendileri gibi sıvasız hanelerden ölüme yuvarlanmış insanların hazin gölgesinde yuvarlanıyor.
Bir batında 10 işçiyi öldüren plazalarda filan rastlamazsınız zaten onların adına.
“Şehit” adı da, istisnalar hariç, genellikle; “isimsiz” olarak mezralarda, dağlarda, dere yataklarında kaybolmuş, birbiri peşi sıra düşmüş “öteki yoksul çocuklar”ın kaderi gibi, hep yoksul çocuklara layık görülür zaten.
Onlara reva görülen hayatın, onlara layık görülen ölümü!
Kiminin kendi çocukları dövizli, torpilli, kayırmalı “Cikcik” olarak yırtarken; “Mehmetçiiik” diye, canlısının canına okuyup cansız düşünce kutsallık atfettikleri çocukların kederden kaderi!
***
Kardeşlik derken kalleşlik, kahpelik içine düşmeye, “yüzleri maskeli” ve “maskeleri yüzsüz” olanların nefret, şiddet denizinde çıldırmaya, daha çok evladı kurban etmeye pek yatkınız!
Üzerine titrememiz gereken bir hayatın üzerinde titreye titreye düşüyor çocuklar.
Bir yanda 13, 14 yaşında kemikten kayıplar…
Bir y
anda son parasıyla memleketteki annesine telefon almış bir er, eve dönmesine az kalmış bir diğeri; iki küçüğüne doyamamış bir uzman çavuş.
***
Cengiz Topel yaşasaydı, 80’inde olacaktı.
O vakit başka bir şehit isimli havaalanından kalkmış bir helikopter düşecek… Başka bir kaybın adını sırtlanmış bir caddede kalleşçe vurulacaktı üç asker.
Yaşasalardı 30’unda, 40’ında, 50’sinde, 60’ında olacak çocuklara, mezralardan mezarlara devasa bir kabir yaptık, cennet olabilecek bir ülkeyi!