ERDOĞAN'IN ZİYARETİ… İNSANİ JEST Mİ, SİYASİ MESAJ MI?
http://tbmm.ajanspress.com.tr/customer/basic/press/Displayer.aspx?id=20880117&
Erdoğanın ziyareti… İnsani jest mi, siyasi mesaj mı?
Dün, bir okurumdan “ironik bir e-posta” aldım…Şöyle diyordu: “‘Gözlerim vagonları dolaştı üzgün üzgün’ misali; benim de gözlerim, Ayna’nın satırlarını dolaştı… Malûm ‘hastane ziyareti’ ile ilgili bir ‘işaret’ aradı… Ama heyhat… Gözüm, aradığını bulamamaktan yorgun düştü… Gözlerim ne aradığını buldu, ne umduğunu!..”
Okurum haklı…
Gerçekten de;
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, eski 1. Ordu Komutanı Ergin Saygun’un ailesine “geçmiş olsun” telefonu açması, 9 Şubat’ta da “hastanede ziyaret” etmesi konusunda bir yazı yazmadım…
Öncelikle söyleyeyim;
Bunda bir “kasıt” yok!..
Bir “örtbas çabası” da yok!..
Sadece ve sadece;
“Olayı okuyamadım!”
Daha doğrusu;
“Yorumlamakta zorlandım.”
Öyle ya;
“AK Parti iktidarını devirmek” için “darbe plânı” hazırlayan, bu yüzden de “18 yıl hapis” cezası alan eski 1. Ordu Komutanı Ergin Saygun için önce kızına “geçmiş olsun” telefonu açmak, ardından da onu “hastanede ziyaret” etmek; sadece “insani bir jest” midir, yoksa “yargıya mesaj” mıdır?..
“ERGENEKON’UN SAVCISIYIM”
“Ziyaretin sebebi”ni kavrayabilmek için, galiba “eskilere” gitmemiz gerekiyor.
Tarih, 16 Temmuz 2008…
O günkü gazetelerde yer alan haberlere göre; CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın “Ergenekon’un savcısı Başbakan ise, avukatı da benim” sözüne cevap veren Başbakan Erdoğan diyordu ki;
“Savcı millet adına vardır. İddia makamı millet adına oradadır ve biz de milletin hakkını aramanın gayreti içerisindeyiz. Eğer bu anlamda savcılıksa, evet savcıyım.”
O günlerde “Ergenekon’un savcısıyım” diyen bir Başbakan’ın; dün CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin dediği gibi, bugün “Ergenekon’un ziyaretçisi” olması mümkün müdür?..
Ya da, şöyle soralım;
Burada “insani mesaj” mı var,
Yoksa “siyasi bir mesaj” mı?..
“TUTUKSUZ YARGILANSIN”
Sorunun cevabını daha sonraya bırakıp, gelelim Erdoğan’ın bir başka sözüne…
Tarih, 10 Ocak 2012…
O günkü gazetelerin manşetlerinde, İlker Başbuğ’la ilgili şöyle bir haber var:
Başbakan Erdoğan; “İnternet Andıcı” davasından tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’la ilgili olarak, yasal sürecin başladığını, dolayısıyla yoruma girmesinin doğru olmayacağını belirtti… Erdoğan dedi ki;
“Tutuklu değil de tutuksuz yargılanma olması her zaman belirttiğimiz üzere bizim arzumuzdur. Bu şekildeki yolu isabetli yol görüyoruz.”
Aynı Erdoğan’ın, 6 Ağustos 2012’de aynı İlker Başbuğ ile ilgili söyledikleri ise şöyle:
“İlker paşamızla alakalı olarak ben yapılan benzetmeleri ve yakıştırmaları asla doğru bulmuyorum. Yani bir örgüt elemanıymış, bir örgütün mensubuymuş gibi bu tür yaklaşımları kesinlikle çok çok çirkin buluyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Genelkurmay Başkanlığı makamına gelmiş bir insan için bu tür bir yakıştırmanın, bu tür bir benzetmenin doğru olmadığını ve insaf dışı olduğunu düşünüyorum… Ve ayrıca; ben bir TSK mensubunun bu ülkeden kaçacağına ihtimal vermiyorum. Hatta NATO’da görev yapan ya da yurtdışında görev yapan personelden çağrılan ve tutuklananlar var. Bu bir inceliktir. Burada bir hassasiyet var.”
Görüyorsunuz ya;
Başbakan Tayyip Erdoğan, yargıya, elbette “müdahale” etmiyor ama bir “mesaj” vermeye çalışıyor…
Ama, ya meramını tam anlatamıyor, ya da yargı bildiğini okuyor!..
Başbakan, elbette isyanlarda…
ELDE KOMUTAN KALMADI!
30 Ocak 2013 günü, gazetecilerin, “tutuklu askerlerle ilgili düzenleme nasıl olacak?” şeklindeki bir sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Bunu 3. yargı paketinde çözdük diyebilirim. Çünkü burada bizim derdimiz yargıya müdahale değil. İtirazımız yargı sürecinin uzamasına yöneliktir. Tutukluluk süresinin uzun olmasına yöneliktir. 3. yargı paketinde ise gerekeni yaptık, adli yargıda (kontrolde) üst sınırı biliyorsunuz 3. yargı paketinde kaldırdık. Tutuksuz yargılamayı mümkün hale getirdik. (…)
Fakat buna rağmen maalesef işler bu kadar seri yürümüyor. İşlerin bu kadar seri yürümeyişi de bu süreci ciddi manada sıkıntıya sokuyor.
Temenni ederim ki yargı bu süreci daha da hızlandırsın, bir an önce bu adımlar atılsın..”
Ve bu ayın başlarında, gerek televizyonlara, gerek gazetelere yaptığı şu açıklamalar:
“Tutuklama bizim için son seçenek olmalı. Bu adam teröristse, tamam, eyvallah tutukla. Yahu Genelkurmay Başkanı’nı niye içeri alıyorsun arkadaş. Şahsen bundan dolayı üzgünüm. Bir defa TSK bir örgüttür ama terör örgütü değildir. Bu çok ciddi bir yanlış. Mesela orada emekli olan komutanlarımız var generaller var. Yaklaşım tarzı çok yanlış. İster emekli olsun, ister muvazzaf olsun. Kardeşim ver kararını. Ne geciktiriyorsun bu işi? Otur gece gündüz çalış icabında. Benim şu anda 6 saat uykum var, sen de yap.”
“TSK’nın terörle mücadelesine darbe vuruyor. Oralara gönderilecek subay kalmıyor. Böyle bir şey olmaz.”
“İçeride 400’e yakın asker var. Hükümleri kesinse işi bitir. Ama kesinlik yoksa TSK’daki bütün moralleri altüst eder. Terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar.”
BU UYUMSUZLUK NEDEN?
Lütfen dikkat;
Başbakan Tayyip Erdoğan, 10 Ocak 2012’den bu yana, “Orgenerallerin tutuksuz yargılanmasını” istiyor… Daha da olmadı; “Ver kararını, işi bitir” diyor… Ve ekliyor: “Bu kadar uzun tutukluluk süresi olmaz!”
Ortaya çıkan tablo şu:
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “tutuklu generaller”le, özellikle “Genelkurmay Başkanları” ile ilgili tavrı “yeni” değildir… Erdoğan, tam 1 yıldır bunları söylemekte ama, yargı gereğini yapmamaktadır.
Bir anlamda;
“Erdoğan’a direnmekte”dirler.
Erdoğan’ın, tam da böyle bir atmosferde “Balyoz hükümlüsü” eski 1. Ordu Komutanı Ergin Saygun’u ziyaret etmesi, elbette “insani bir jest”tir ama bunun çok çok ötesinde “siyasi bir mesaj” verme amacı taşımaktadır.
Peki, bu ziyaret; “Erdoğan’ın, yargının arkasındaki siyasi desteği geri çektiği” şeklinde yorumlanabilir mi?..
Değerlendirmeler şöyle:
“Başbakan’ın, Ergenekon, Balyoz gibi, antidemokratik odakların tasfiyesini içeren davaları önemsememesi söz konusu olamaz… Bu davalar, belli ki siyasi davalardır ve taa açıldığı zamanlardan itibaren arkasında siyasi irade mevcuttur…
Kaldı ki, darbe girişimi vs… Siyasi iradenin bilgisinin olmadığı işler değil. İktidarın; böyle bir zeminin temizlenmesinde, bilinen yargı yapısı içinde bir yargı iradesi bulmuş olması elbette memnuniyet vericidir…”
Ne var ki;
Bir yere kadar!..
Nasıl ki;
Süleymaniye’yi yapmak için bir Mimar Sinan gerekir, Mimar Sinan’ın arkasında da bir Sultan Süleyman gerekir, aynen bunun gibi; Ergenekon ve Balyoz’la baş edebilmek için elbette bir “güçlü bir yargı” gerekirdi…
Ama, o güçlü yargının arkasında “güçlü bir siyasi irade” olmasaydı, hiçbir şey olmazdı…
Uzun lâfın kısası;
“Yargı”nın da, “siyasi irade”nin de birbirlerine ihtiyacı var… Ama, “uyum içinde” çalışmak şartıyla!.
Sorulması gereken soru şu:
“Bu uyum bozuldu mu?.. Dün Ergenekon’un savcısı olan Erdoğan, bugün Ergenekon’un ziyaretçisi olarak görüldüğüne göre, yargı ile köprüleri attı mı?.. Yargı kadrolarının arkasındaki desteği mi çekti?.. Onları boşta mı bıraktı?”
Hiç sanmıyorum!..
Bunu “destek çekme” olarak değil de, ilişkileri “büyükelçilik” düzeyinden “maslahatgüzarlık” seviyesine indirme gibi bir tavır olarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Erdoğan; “Saygun’u ziyareti” ile, “yargı” kadrolarına demek istemiştir ki; “Mesajlarıma kulak vermiyor olmanız, beni rahatsız etti!”
Evet, bu bir “rahatsızlık” ifadesidir!..
YAPTILAR, YİNE YAPARLAR!
Görüyorsunuz ya;
Bir zamanlar; “kendi varlığına kasteden bir yargı” ile cebelleşen AK Parti ve Erdoğan, bugün “bir başka yargı ile paralel görünme” sıkıntısı yaşıyor!..
Dün; Erdoğan’ın “siyasi hayatını bitirmek, muhtar bile yapmamak” arzusuyla kıvranan, daha sonra da “AK Parti’yi kapatmak” için yanıp-tutuşan bir yargı vardı, bugün ise “Başbakan ve iktidarın mesajlarını ciddiye almayan” bir yargı var!..
Tablo, şöyle de okunabilir:
“AK Parti ve Başbakan Erdoğan, kendi elleriyle bir King-Kong geliştirdi!”
Şimdi, ondan rahatsız!..
Tabiî, bir de madalyonun öteki yüzü var… Yıldıray Oğur, önceki günkü yazısını şöyle bitiriyordu:
“Bu yazı iki gazete kupürüyle bitecekti yer kalmadı… 21 Şubat 1962’deki darbe girişimi sonrası. İlk kupürde Talat Aydemir ve arkadaşları serbest kalmış, evlerinde aileleriyle hasret gideriyor.
Bir gün sonraki ikinci kupürde TSK’yı en iyi tanıyan Milli Şef İnönü, ‘Türkiye’de ihtilal devri kapanmıştır’ diyor.
20 Mayıs 1963’te Aydemir ve arkadaşları yeniden darbe yapmışlardı.
Tarih ibret alınırsa tekerrür etmez derler.”
Yıldıray’ın tespiti elbette doğru…
Ben, daha ilerisini söyleyeyim… Ergenekon ve Balyoz sanıkları, bırakın “tahliye” edilmelerini, “bellerini bir doğrultabilseler” var ya, anında “darbe plânı” yapmaya başlarlar!.. Yani, ölmediler, sadece “uykuda”lar!..
Peki, Erdoğan bunu bilmez mi?..
Bilir… Bal gibi bilir…
O halde, bu “ziyaret” niye?..
“İnsani bir jest” mi,
Yoksa, “yargıya mesaj” mı?..
Ben, fotoğrafı okuyamadım;
Buyrun siz okuyun!..
BDP, Ömer Güney’i kabullendi ama!..
BDP Grup Başkanvekili Pervin Buldan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın cevaplandırması talebiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde; suç işleyenlerin yakalanması, ihbar edilmesi veya öldürülmesi halinde devlet tarafından ödül vermeyi öngören düzenlemelerin neler olduğunu öğrenmek istemiş… Ve, sormuş Erdoğan’a; “PKK liderlerinin öldürülmesi halinde ödül verileceğini düzenleyen hususi bir düzenleme var mı? Ödül Yönetmeliği adı altında anlık istihbarat sağlayanlara veya PKK liderlerini ele geçirenlere ödeme yapılmışsa, bu ödemeler hangi kuruluş tarafından sağlanmaktadır? Örtülü ödenek bütçesi, aynı zamanda ödül adı altında yapılan ödemeleri de kapsıyor mu?
Paris katliamının bir numaralı sanığı Ömer Güney’e veya başka bir şahsa Paris’te meydana gelen cinayetlerle ilgili Türk hükümeti veya hükümetle bağlantılı herhangi bir gizli kurum veya örgüt tarafından ödül adı altında herhangi bir ödeme yapıldı mı?”
Bu önerge; daha düne kadar “Paris’teki cinayet Ömer Güney’in işi değil” diyen BDP’lilerin, bugün “katili kabullendiklerini” göstermesi açısından elbette önemlidir…
Ama Ömer Güney’in, bu cinayeti “örgüt içi kavga” sebebiyle değil de, “para için” işlediği şeklinde gösterilmesi gerekiyordu… Önergenin amacı budur.
“Hedef saptırma” ve “çarpıtma” dedikleri, tam da böyle bir şeydir!..