Umur Talu Umur Talu

Amelelerin ağası…

11 kişiydiler.
;“İnşaat sektöründe faaliyet” gösteriyorlardı.
Sektörün bir büyüğünün dünkü beyanına bakılırsa, herhalde “evlerinin arabalarının anahtarlarını bırakıp inşaatlarda amele olarak çalışmaya” başlamışlardı.
Büyük bir AVM inşaatının şantiyesinde, tıkıştırıldıkları naylon çadırda hep birlikte yandılar.
Ordu’ydular, Tokat, Sivas, Bitlis, Bartın, Muğla, Van’dılar.
Öyle işte!
***
Sektörün en büyüklerinden Ağaoğlu da “ağalara, paşalara, reislere” layık medyada manşetten ilan ediyor bu sınıfsal durumu:
“İspat etsinler amelelik yaparım”.
“Verdiğimi ispatlasınlar, tüm malvarlığımı, evimin, arabamın anahtarlarını bırakıp inşaatlarda amele olarak çalışmaya hazırım.”
Başbakan yakınlarına ait bir vakfa arsa verdiğiyle ilgili iddiaları yalanlarken diyor.
Belki iddia yalandır ama onun ve onunla birlikte neo-aristokrat gazeteciliğin bakışı bu.
İspat edilirse, günahının bedeli, kefareti, cezasının ağırlaştırılmış hali: Amelelik!
***
Milletin partileriyle, cumhuriyetin savcılarıyla, demokrasinin iktidarıyla, halkın gazeteleriyle haşır neşir bir iş iştir modelinin, onlarla birlikte millete, halka tepeden, kibirli, kurumlu, paralı bakışının özeti bu:
Bir günahı varsa, amele olsun!
Yoksa kendi sözüyle “üç günde 157 milyon dolar kaybedebilecek” kadar büyük kalsın.
Çünkü “amele” dediği, çoğu taşeronlar elinde, göçlerin bedellerinde, imar izinlerinin kenarlarında hayata tutunmaya çalışan yüz binlerce insan, öyle ya, bir ceza olarak çekiyor bunu.
O yüzden, 10 yılda iş yerlerinde ölen, ölüme sürüklenen 12 bin işçinin neredeyse yarıya yakını “amele”!
O yüzden, ceza bu ya, 11’i birden kutu kutu zenginliklerin naylon çadırlarında kül oluyor, eriyor; Vanlı olup depremden kurtulsa bile bu amele ölümüne yakalanıyor!
Onlar bir oylarını, bir de canlarını veriyor; ağalar üzerlerinde tepiniyor.
***
Verdiyse veren, aldıysa alan, yargının, polisin, her şeyin sahibi olan bu siyasi-ekonomik kibrin en nadide ifadelerinden birini söylüyor, arsa verdiyse amele aday adayı olacak Ağa:
“Kendi yaptırdığımız karakollarda, temin ettiğimiz araçlarla haksız şekilde böyle bir muameleye maruz bırakılmamızı anlayabilmiş değilim.”
Hakikaten öyle.
Karakolları kendileri yaptırıyorlar… Araçları kendileri temin ediyorlar… Karakollar kendilerinin… Araçlar onların… Sirenler onları kollamak için çalmalı… Polisler onlara hizmet için var… Mahkemeler onlara ait… Savcılar ancak tavla oynamaları, kıyak yapmaları için…
Muameleye maruz kalmak hakikaten anlaşılamaz bir şey.
Adalet mülkün temeli değil; ağamız Temel’in mülkü!
Mülkiyetin mülkü!
Mülkiyetin adaleti bu.
***
Ben kutluyorum kendisini.
İmkânım olsa, yahut ne bileyim, anahtarlı filan muhabbetim koyu olsa, manşetten de kutlardım.
Kimse bu işleri bundan daha net ifade etmemişti.
Ameleler, kürek mahkûmu…
Karakollar, özel mülk!
Düzen kısaca budur Hıdır!

Çaycıların paşası…

Böyle sivil sefil bir düzenin askeriyesi de buna göre, hiç merak etme Memet.
Ne demeye getirmişti, “Paşa çayı”nı içerken Genelkurmay’ın ikinci başkanı:
“Çaycıyla biz bir miyiz?”
Çaycı” dediği, “silah arkadaşı” diye de zaman zaman uyutulan “alttakiler, astlar.”
Yok, erata bile gelmeyin; profesyoneller.
Bunu sadece emir-komuta olarak söylemiyor; insanlık, hak, hukuk, haysiyet de nasibini alıyor.
O yüzden, ağanın kaybı üç günde 157 milyon dolar, amelenin kaybı bir anda 11 can.
O yüzden, paşalarla iş yapanlar en büyük “Atatürkçü”, yahut “Ne istediler de vermedik” diyerek üstteki askerlere kıyak, alttakilere dayak sistemini takviye eden “demokrat iktidar”.
Bir “torba yasa” var askerlerle ilgili; üsttekiler için torba torba boşalan torba, alttakilere gelince büzülüyor, süzülüyor.
Şu anda Anadolu’nun dört bir yanında on binlerce “profesyonel asker”, torba torba, çuval çuval haksızlık karşısında kahroluyor.
Çünkü işin özü şu:
Ameleyle ağa…
Çaycıyla paşa hiç bir olur mu!
Olmaz, tamam, kabul…
Ama neden durmadan birlik, beraberlikten söz ediyorsunuz…
Hayatın bu en büyük yalanında ısrar ediyorsunuz?
O yüzden, bir ağızdan çıkana bakacaksın…
Bir de torbadan düşene!