BEŞ YIL ÖNCE BİR ÇOCUK
http://www.haberturk.com/yazarlar/umur-talu/945544-bes-yil-once-bir-cocuk
Beş yıl önce bir çocuk…
Çocukları seviyoruz ya…
Çocukları seviyorlar ya.
Bir çocuk hikayesi daha anlatayım size.
Beş yıl kadar önce ilk kez ben anlatmıştım sanırım.
Anlatmaz olaydım!
***
Temmuz 2009’du.
Sıcak işte.
Kimimiz işte, kimimiz tatilde, kimimiz işsiz.
Çocuk çocuktur; oynamak, arkadaşlarıyla olmak ister.
Yazın serinlemek ister.
Emrah da arkadaşlarıyla Marmara Ereğli’de öyle bir güne koşturdu.
Hiçbir çocuk, güle oynaya son gününe gitmez ki.
Hayatın başlangıcında, hayat basittir ama yoğundur.
Hayat, hayat doludur.
Arkadaşlarıyla kapıya vardı.
Önlerinde askeri tesis. Hepsi de asker çocuğu.
Kapıdaki nöbetçi asker, emir kulu, dedi ki Emrah’a: Sen giremezsin!
Çünkü burası subay-astsubay (o da her zaman ve her şartta karışık olmuyor yani) eğitim tesisi; yani tatil kampı.
Ama senin baban uzman çavuş.
Tabii sorsa Emrah, “Ölmeye gelince babam ölmüyor mu?” diye…
Nöbetçi ne diyecek, nöbetine dikildiği ayrımcılık üzerine.
Arkadaşları girdi, Emrah kapıda kaldı.
Çünkü TSK bir aile!
O da, çocukluk gençlik arası yaşta, kanı kıpır kıpır, haysiyeti kıpır kıpır, boyun eğme duygusu ağır; arkadaşlarıa mahcubiyet, yanlarında aşağılanma, alt sınıf sayılma, babasının sınıfından ötürü aşağılanma, kovulma…
Yediremedi yahut daha fazlasını da düşünmedi bile…
Koştu tel örgülere.
Atladı mı, ileride arkadaşlar, önde deniz, çocuk ruhunun 2009 Yazı işte!
Elini mi önce attı, ayağını mı, bilinmiyor.
Bilinen, orada elektriğe kapıldığı.
Askeri tesisin almadığı çocuğu oracıkta elektrik aldı.
Nöbetçi elektrik, onun canı aldı.
Bir tesise sokulmayan, bir denize yanaştırılmayan, arkadaşlarından koparılıp vebalı, cüzamlı gibi kapı önünde ufalanan bir çocuk, bir tabuta sokuldu.
Yaz kendi sıcağından utandı!
***
Yazmışım, Emuzder duyurmaya çalışmış.
Yazıdan sonra Savunma Bakanı’na soru önergesi verilmiş: “Rütbe gerekçesiyle sınıf ayrımının eşlere, çocuklara yansıtılması doğru mu, değişecek mi?” diye.
Sonra ne olmuş, “sınıfsız, imtiyazsız, sessizlerin sesi cumhuriyet” ile “millet iradesi demokrasi”de?
Bak beş yıl geçmiş, sonra ne olmuş?
Emrah yaşasaydı, şimdi belki askerdi, belki üniversitede.
Emrah yaşasaydı, babasından dolayı o tesise yine giremeyecekti; kendi gibi başka çocuklar yine giremiyor, bir orduevinde bir yudum su, bir bardak çay içemiyor.
Ve Emrah’ın babası, Ali Uçar, 45 yaşında, şahsi bir şey değil elbet, kanun gereği, “artık işe yaramazsın” denerek ordudan çıkarıldı!
Şimdi Emrah uyuyor, huzur içinde uyusun.
Bir askeri tesise, kendi sınıfı yüzünden, bir yaz günü bir yudum deniz için bile sokulmamış evladı aklından çıkmayan bir asker baba ise, artık işsiz kaldı ya, şimdi “sivilde” bekçilik yapıyor!
***
Emrah’ın ölümünü anlatan o ilk yazıda şöyle demişim, yine derim:
Babası şehit düşerse, tabutu başına koşuyorlar.
Sağ ise, ne orduevi kapısına yanaştırılıyor, ne askeri kampın kumuna denizine kavuşturuluyor.
Elektrik de biliyor, kim girebilir, kim giremez.
O duvar, o duvarınız, yasaklarınız…
Cansız Emrah’a artık vız!
Canlı, hayat dolu, umut dolu bir çocuk olarak sokmadığınız kıymetli kampın hudutları dahiline, handiyse inadına, ceset olup düştü!
Hadi kovun onu oradan da…
Misal olmasın, emsal olmasın, kural, töre bozulmasın…
Rütbe çiğnemesin, yerini, haddini, nizamını, babasının sınıfını bilsin.
***
Çocukları çok sevenler, çocukları öldürenlere idam bile isteyenler Emrah’ın son nefesini duymadı bile!
***
Fakat çocuklar da hep boyun eğmiyor.
Silvan’dan bir mektup.
Çocuklarını uzun süre göremeden, 23 Nisan, 1 Mayıs’ta keyfi mesailere, keyfi spor mesailerine çivilenen asker babalardan.
Bir çocuk da var mektupta.
Alay bahçesinde çimlerde oynuyorlar diye, Komutan kızıp bağırarak azarlıyor çocukları.
10yaşında bir çocuk, insanın insan olarak en önemli, en kadim eylemlerinden birini gerçekleştiriyor; boyun eğmiyor, dik duruyor ve diyor ki:
“Benim değil, babamın komutanısın. Beni azarlayamazsın!”
Emrah’ın sesini duyar gibi oluyorsunuz o zaman:
Benim değil, babamın komutanısınız. Beni nasıl ölüme yolladınız!
***
Çocukları çok seven sivil takımlı yahut üniformalı büyük amirlere armağan olsun!
Onur Behramoğlu’nun o zaman Emrah için yazdığı şiirden dizelerle:
hadi bir oda hapsi sallayın onaltı yaşında bir cesede
arkadaş ıslıklarına uçar adım
yıkılan gövdesini arşınlayın
hadi birden onaltıya kadar sayın
çırpınırken gövdeniz elektrikle
ey devletin ülkesi ve milletiyle
gıcır bilyelerini çalması
dal gibi çocukların
tabutun hazır çürük ahşaptan
kefenin örülü iplikince
(Onur 5 yıl kadar önce demişti ki: Ağabey, şiiri Leyla Erbil’le paylaşmıştım. Şiirin adını ‘Uzman çavuşun oğlu’ diye değiştirmemi önermiş, şiirin isyanını içine gömenlerin sesini olacağını söylemişti. 10 gün sonra baba olacağım. Bir oğlum, Aras olacak. Emrah’ayazdıklarım, bir bebek karşılaması yazmayı düşlerken, kaçınılmaz biçimde yazdıklarımıza örnek olsun.)
***
Bir başka yazının sonu bunun da şimdilik sonu olsun:
Ey şairler, bütün
Emrahlara şiir yetiştirebilir misiniz?
Parası olmadığı için kopan parmağını diktirmeye beş hastane dolaştırılan 12 yaşındaki Doğan için de, 23 Nisan’da Hakkâri’de polis dipçiği yiyip o gündür konuşamayan 14 yaşındaki Seyfi için de…
Devlet mermileriyle delik deşik iken bir de hukuk devletince suçlu ilan edilen 12 yaşındaki Uğur için de.
12 yaşlarında kamyon kasasından dereye dökülen ve hiç umursanmamış çocuk işçiler, süt kızlar için de.
Çok Sayın Cumhurbaşkanı amca, Başbakan amca, büyük komutan amca, ulu HSYK amca, Ergenekon amca, Emniyet amca; siz şiir yazar mısınız, çocuklara hayat yazar mısınız, şiir sizi yazar mı, şiir bir şey yazar mı…
Ey devlet…
Ülkesi ve milletiyle…
Gıcır bilyelerini çalmayın…
Dal gibi çocukların.
Hadi birden onaltıya kadar sayın!
Çırpınırken gövdeleri elektrikle, copla, dipçikle, kurşunla…