HEPİMİZ MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLERİYİZ
http://tbmm.ajanspress.com.tr/customer/basic/press/Displayer.aspx?id=30143196&
TALÂT ULUSOY * / “Mustafa Kemal’in askeriyim” diye bağırmak bir siyasi seçimin ifadesi. Ama Mustafa Kemal’in askeri olmak sadece bir siyasi seçim değil. Adına “okul” dediğimiz “milli eğitim kışlası”nda yediden yetmişe bütün yurttaşlara dayatılan kalıp.
Evet, bu satırları okuyan değerli yurttaş, siz de Mustafa Kemal’in askerisiniz, ben de!.. Hiç kendimizi “fasulye gibi nimetten sayıp” bir kenara çekilmeyelim.
“Mustafa Kemal’in askeriyim” diye bağırmak bir siyasi seçimin ifadesi. Ama Mustafa Kemal’in askeri olmak sadece bir siyasi seçim değil. Adına “okul” dediğimiz “milli eğitim kışlası”nda yediden yetmişe bütün yurttaşlara dayatılan kalıp. Düne kadar ilkokulu beş, lisesi altı yıldı. Bugün kesintisiz, dile kolay on iki yıl! Eskiden beş yıldan sonra çıraklığa girip askerlikten “sıyırma” şansı vardı. Bugün o da yok. Eğitim “şart” ve mecburi.
Bu askerî eğitimde her hafta gönderden bayrak indirilir ve “ırk”ının kahramanlığı üstüne övgüler düzülür, derslere öyle başlanır ve her hafta göndere bayrak çekilip marş söylenerek bitirilir.
Askerî kışlada her er her sabah “her Türk asker doğar” diye bağırarak sabah koşusu yapar. İlkokulda her çocuk, her sabah Atatürk büstü karşısında “varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye “yemin” ederek sınıfa girer. Sınıfta 50×70 Atatürk ve aynı boyutta “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” karşılar onu. Büyüklerinin “gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde” olabileceği ısrarla kazınır kafasına.
“On yılda on beş milyon genç yaratmak” ne demek, ne var bunun altında diye en ufak bir kuşkunun akla gireceği en ufak bir delik bırakmadan marşlar, şiirler ezberletilir, söyletilir ve sevdirilir! Aşka, sevmeye, sevilmeye dair, insanlığa ve güzelliğe dair bir dize zor bulunur. Böyle şeyler askerliğe terstir.
İlkokuldan başlayıp liseyi bitiresiye törenlerde asker gibi yürümek şarttır; göğüsler ileride, karınlar içeride, bir hizada “rap rap” yürüme talimi yaptırılır. Bütün dersleri kötü olsa bile, “Askerlik Dersi”nden tam not alır. Dersin adı değişip “Milli Güvenlik Bilgisi” olsa da bu başarı devam eder. Boylu poslu “erkek” asker “öğretmen”i kızlar beğenir, erkekler özenir, “sivil” öğretmenler gözlerden düşer. Askerin sivilden akıllı, çevik ve her bakımdan üstün olduğunu gözleriyle görür, inanır.
Bütün eğitim hayatı boyunca duvarlarda “Bir Türk dünyaya bedeldir” vecizesini(!) okur, ama Mustafa Kemal’in Çanakkale’de Alman mareşali Liman von Sanders ve Alman kurmaylarının emrinde bir subay olarak çalıştığını öğrenmez, öğretilmez! Bir “cehennemlik” nasıl olur da cennetlik kullara kumanda eder? Bir “cehennemlik” emriyle bir İslam askeri nasıl olur da “Allah, Allah” diyerek hücuma kalkar? Nasıl olur da bir “cehennemlik subay” Müslüman vatanının kurtuluşu için İslam askerinin şehadet şerbeti içmesine vesile olur? Askerî kışladaki eğitim de, milli eğitim kışlasındaki eğitim de böyle soruları asla akla getirmeyecek “vatansever” nesiller yetiştirir.
İlkokul, lise biter, ama askerlik bitmez. Yüksek öğrenim son sınıfında baraj dersi “İnkılap Tarihi”dir. Diyelim ki bütün mimarlık derslerinden tam not aldınız, ama mimar olamazsınız. Çünkü “iyi” asker olamadığınız anlaşılmıştır!
Bütün eğitimi boyunca “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” diye beller. Diller öğrenir, başka ülkelerden arkadaşlar edinir, a
ma eğitimle edindiği ırkçılığı alt etse de, zenofobi’yi aşamaz, yabancı korkusunu “antiemperyalizm” sanır.
Hatırlayın, Cumhuriyet’in ilk ve orta öğretiminde “tek tip kıyafet” dayatması doksan yıl sonra kalktı. Hele bir de kırk yıl süren “subay şapkası” benzeri şapkalı yıllar vardı ki…
İmam-hatip, özel okul, devlet okulu fark etmez. Kışla kışladır. Türkiye’de “tek müfredat, tek tip milli eğitim” vardır. Yüksek öğrenime yurtdışına gitmek de fark etmez. Dış ülke deplasmanları askerî duruşu daha da pekiştirir genellikle.
“Her Türk asker doğar”, “Ordu millet”, “Peygamber Ocağı” dualarını öğrenen “erkek”leri askerlikte yaşadıkları da uyandırmaz: İlk kez yüzüne “sivil” olduğu, bir sivilin bir “asker”den üstün olamayacağı çarpılır, aşağılanır. Terhis olur, teskere alır, yine de “Mustafa Kemal’in askeri” olmaktan vazgeçmez.
Bu kesintisiz askerlik yıllarının ardından her okumuş kadın ve erkek artık kıvama gelmiştir: Tek adama inanan, güce tapan, militarist, irticadan korkan, yabancı düşmanı, modern, laik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.
Dikkat edin Türkiye’de ana akım partiler her konuda kavga ederler de, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal deyince akan sular durur. Hepsi heykeller karşısında aynı “zarafet” ile eğilir ve aynı eğitimin eseri askerler olarak esas duruş gösterirler.
Aykırı gidenlerin bazıları askerliğin üstüne Marx okur, Lenin okur, az okur, çok okur, hatta okumasa bile olur. Üç marş, otuz üç kelime ve sıkı bir duruşla “kurmay” eğitimini tamamlar, “devrimci” olur. Altyapı sağlamdır, üstyapı da “pasifist, revizyonist, reformist, ütopist” kelimelerini küfür niyetine kullanmakla tamamlanır. Aykırı gidenlerin bazıları da sağlam altyapının üstüne eklediği “iki dua, bir Cuma” ile “kim cennetlik, kim cehennemlik” fetvası verecek kerte ulemaya karışır.
Askerlik açmazından kendini kurtaranlar lütfen alınmasın, gücenmesin. Türkiye’yi sadece çeviri eserlerden okumak, Taksim gençliği ile Wall Street gençliği arasında benzerlikler görmek yetmeyebilir. Nereye gideceğimizi sadece iradelerimiz belirlemiyor. Nereden geldiğimiz ve ne olduğumuzu, yani TC yapımı TM olduğumuzu da her durumda hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Her işimize ister “besmele” ile, ister “besmelesiz” başlayanlardan, bir meclise önce ister sağ adım, ister sol adım atarak girenlerden ya da aldırmayanlardan olalım, ama “YÜZLEŞME” işini mutlaka başa alalım. Çok azalmış da olsa, içimizdeki “Mustafa Kemal’in askeri” ile yüzleşelim.