ASKERİ VESAYET NİYE GERİLEDİ?
http://tbmm.ajanspress.com.tr/customer/basic/press/Displayer.aspx?id=25169401&
Askerî vesayet niye geriledi?
Şimdilerde günümüz Türkiye’si üzerine yabancı dillerde çok sayıda kitap yayımlanıyor olması sevindirici. Zira dünyanın bu konuda aydınlanma ihtiyacı büyük.
Söz konusu kitaplardan biri, tanınmış siyaset bilimciler Metin Heper ile Sabri Sayarı’nın hazırladıkları “Modern Türkiye El Kitabı” (Routledge, 2012). Kitabı farklı kılan, uzman kalemlerin tarih, toplum, kültür, iç ve dış siyasetten çevre, demografi ve ekonomiye kadar uzanan 35 başlıkta çağdaş Türkiye’yi anlatması. Bildiğim kadarıyla Türkçesi de hazırlanmakta olan kitap, edinilmeye değer bir başvuru kaynağı.
Burada ancak öncelikle ilgilendiğim katkılar üzerine birkaç söz edebileceğim. Bunlardan biri, Ali Karaosmanoğlu’nun ordunun siyasi rolünün anlaşılması açısından özellikle başarılı bulduğum “Sivil–asker ilişkileri” başlıklı makalesi. Karaosmanoğlu, son yıllarda ordunun siyasi rolünün giderek gerilemekte oluşunun nedenleri arasında şunları sayıyor: Subayların, silahlı kuvvetlerin sivil otoriteye tabi olmasını gerektiren demokrasinin modernleşmenin bir parçası olduğunu kavramakta olmaları. Siyasetle uğraşmanın ordunun mesleki görevlerini yerine getirmesine engel olduğunun bilincine varmaları. Toplumun demokratikleşme için artan baskısı. Ve uluslararası ortamın, silahlı kuvvetler üzerinde sivil denetimi teşvik edici bir nitelik kazanmış olması.
Buna eklenmesi gereken bir husus; biri Kemalizm’in yüklediği siyasi ödevlere (yani otoriter laikliğin ve tek-kültürcülüğün korunmasına), öteki meslekî görevlerine bağlı, bir değil iki ordunun varlığı. Bu ayrım, çok-partili düzene geçişten bu yana yüksek komuta kademesinin cuntalaşmalara karşı tavrında ve askerî yönetim dönemlerinin kısalığında görülebilir. Bu bağlamda TSK’nın sivil otoriteye bağlılığının demokratik bir anayasa ile kurumsallaşması her ne kadar gerçekleşmeyi bekleyen bir reform ise de, AKP iktidarının orduda meslekî eğilimin ağır basmasını sağlamaktaki başarısını da ihmal etmemek gerekir.
El Kitabı’nda yetersizliğiyle dikkat çeken bir katkı ise David Shankland’ın “İslam” konulu makalesi. Shankland, Türkiye’de İslam değil, nüfusun yüzde 15’ini oluşturdukları tahmin edilen ve önemli bir bölümüne göre İslam’dan farklı bir inanç olan Alevilik üzerine uzman olan bir sosyal antropolog. Türkiye’de İslam ve siyaset üzerine analizini giderek marjinalleşmekte olan katı Kemalistler dışında kalanların hayli önyargılı bulacağı muhakkak. Akla gelen soru, böylesine önemli bir konuyu yazdırmak için niçin daha yetkin bir kalem bulunamadığı. Okurların, Shankland’ın çok başarılı bulduğu, belki en önde gelen mağdurları da bizzat Aleviler olan Kemalist otoriter laiklik uygulamalarının demokrasi açısından yol açtığı sorunlar konusunda, Elisabeth Özdalga’nın Türkiye’de “Laiklik” üzerine makalesinden yararlanmaları mümkün.
Birkaç kelime de Andrew Mango’nun “Kürtler” makalesi üzerine. Bu makale okunduğunda Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan Kürt ayaklanmalarının, Kemalist inkâr, asimilasyon ve susturma politikalarına tepki olarak değil de, devletin yoksul Kürt öğrenciler için açtığı ücretsiz-yatılı okullardan kaynaklanmış olabileceği izlenimine kapılmak mümkün. Mango aynen şöyle yazıyor: “Resmî ayrımcılığa uğradıklarını iddia eden Kürt milliyetçilerini besleyen, barındıran ve eğiten Türkiye Cumhuriyeti idi.” (s. 251) Türkiye’nin Kürt sorunu konusunda aydınlanmak isteyen yabancıların, bunun yerine yine Mango’nun “Atatürk ve Kürtler” (Middle Eastern Studies, Vol. 35, No. 4, 1999, pp. 1 – 25) başlıklı makalesini okumaları isabetli olur.