DÖRT MADDELİK ASKERİ FRENLEME PLANI
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21965008.asp
Dört maddelik askeri frenleme planı
Turan YILMAZ/ANKARA
ASKERİN ÖZERK ALANINI SINIRLAMA
"Özellikle 2002 yılından bu yana bu alanda pek çok reform yapıldığı bir gerçektir. Askerin özerk alanını sınırlamak ve sivil otoritenin silahlı kuvvetler üzerindeki denetimini etkili hale getirmek ve askerin siyaset ve toplum üzerindeki ağırlığını azaltmak amacıyla anayasada ve mevzuatta önemli değişiklikler yapılmıştır. Gerçekleştirilen reformlara rağmen, sivil-asker ilişkisini demokratik bir zemine oturtmak için daha pek çok değişikliğin yapılması gerektiği bir gerçektir. Anayasa ve diğer mevzuatta yapılması gerekenler dört alanda toplanabilir.
İŞTE O 4 MADDELİK EYLEM PLANI
1. Anayasa ve diğer mevzuattaki hükümlere açıklık kazandırılması. Yani, barışta ve savaşta, iç ve dış güvenlik bakımından, sivil otoritenin üstünlüğü, yönetim ve denetim yetki ve sorumluluğuna sahip olduğu tereddüde yer vermeyecek şekilde hükme bağlanmalıdır.
2. TBMM’nin silahlı kuvvetlerin eylemleri ve savunma bütçesi üzerindeki denetimi sağlanmalıdır.
3. Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıklarının yürütme ile bütünleştirilmesi gerçekleştirilmelidir.
4. Askeri yargının sınırlanması ve çift başlı yargının kaldırılması gereklidir.
28 ŞUBAT ÖZAL’IN ÖLÜMÜYLE BAŞLADI
Raporda, 28 Şubat sürecinin Özal’ın ölümüyle başladığı savunularak, şöyle denildi:
"Özal’ın ölümüyle, Türkiye’yi yeniden eski Türkiye’ye dönüştürmek isteyen güçler sahneye çıkmışlardır. Bu nedenle, bazı uzmanlara göre, 28 Şubat sürecinin başlangıcının, Özal’ın ölümü olduğu öne sürülmüştür. Özal’ın Türkiye’nin küresel bir aktör olma yolunda ilerlemesi hedefi, 28 Şubat süreci ile beraber akamete uğramıştır. Zira Özal’la beraber özel sektör eliyle kalkınma hedefi, kimi kesimler tarafından ‘karşı devrim’ olarak gösterilmiş, Özal’ın ardından oluşan belirsizlik ortamında, eski Türkiye özlemi doruk noktasına çıkmıştır."
IRKÇILIK VE ORGANİZE SUÇ İRTİCA OLDU
"28 Şubat kararları her ne kadar bölücülüğü, ırkçılığı, organize suçları içeriyorsa da, medyanın yönlendirmesi ve kamuoyu dikkatinin özellikle bu konu üzerinde odaklanması üzerine, ağırlıklı olarak irticayı hedef alan, hatta sürecin sırf irticaya yönelik başlatıldığı izlenimi uyandıran bir süreç gözlenmektedir" denilen raporda şu görüşlere yer verildi:
İMZALAR SÜNGÜ ZORUYLA ATILMADI
"1995’te Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasından sonra basın, askerin yeni silahı olarak işlev görmeye başlamıştır. 28 Şubat müdahalesinde asker 12 Eylül’de olduğu gibi mektup ya da silahı değil, basını kullanmıştır. Böylelikle 28 Şubat müdahalesi siyasal literatürdeki klasik askeri müdahale şablonlarından farklıdır. Bu yöntem anayasal bir kurum olan MGK’nın kullanılmasıdır. Bu yüzden anayasal açıdan herhangi bir meşruiyet sorunu yoktur. Ayrıca alınan kararların altında askerlerle birlikte seçilmişlerin imzasının bulunması ve bu imzaların süngü zoruyla atılmamış olması da önemli bir unsurdur."
27 NİSAN "BASIN AÇIKLAMASI" OLDU
Raporda 27 Nisan bildirisinden de "basın açıklaması" diye söz edilirken, bu sürecin Türk siyasi tarihi bakımından bir kırılmayı ifade ettiği savunuldu. Raporda, "Söz konusu basın açıklaması ile demokrasiye müdahale etmeye yönelik girişim, sivil iktidarın bu müdahale karşısındaki yerinde tutumu ve tutumunu sürdüreceği yönündeki iradesi karşısında başarısız olmuştur" denildi.
DEMİREL: ŞERİAT BU MECLİS’TEN GEÇMEZ
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 17 Ocak 1997’de dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile görüşmesindeki şu sözleri de rapora girdi:
"T.C. kurulduğundan beri çeşitli tehditlerle karşılaşmıştır. Şeriat de, bunlardan biridir. Demokratik rejimin savunmasız olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Devlete yönelmiş tehditler, kanun Devleti ilkesi içerisinde karşılandığı takdirde, endişe edecek bir şey olmaz. Kaygılarınızı anlıyorum. Devletin büyük kurumları, sağlam ve yerinde duruyor. Şeriatçilik sayılabilecek hiçbir kanun Meclis’ten geçmedi, geçmez de. Geçerse gereğini yaparım. Hep konuştuk. Demokratik kurallara dayanabilirsek, bu sorunu aşarız. Dayanamazsak o zaman, Cezayir’e döneriz. 1982 Anayasa’sının getirdiği bu sistemin bir noksanı var. Eğer "Meclis’i fesih yetkisi" Cumhurbaşkanında olsa, bugün şikâyetçisi olunan pek çok hususla karşılaşmayız.
Herkes ona göre hareket eder, sorumluluğunu bilir. Pakistan’da yapılan uygulama, o ülkeyi büyük sıkıntılardan kurtarmıştır."
ERBAKAN: OLMAYAN ŞEYİN TEHLİKESİ OLMAZ
REFAHYOL’UN Başbakanı Necmettin Erbakan’ın, dönemin MİT Müsteşarı ile görüşmesindeki şu sözleri de raporda yer aldı:
"İrtica tehlikesi var mı? Müslümanlık tehlikeli olamaz. Yalnız bu alanda öğrenim eksikliği var. İBDA-C gibi neyin kısaltılmış hali olduğu belli olmayan grupların silahlı eylemleri varsa, bunlar cahillikten, dinin iyi öğretilmemiş olmasından kaynaklanıyor. Bu gibi grupların dinle yakından uzaktan ilgisi yoktur. Varlıklarının nedeni dinin öğretilmemiş olmasıdır. Bu tür faaliyetlerin tedavisi müslümanlığı daha iyi öğretmek ve yaymaktır. Devletin, halkın inancına karşı çıkmaması gerekir. İrtica tehlikesi var mı? İrtica, ricat geriye dönmek anlamına gelir. Bugün hiç kimsenin Türkiye’yi geriye götürmeye gücü yetmez. Olmayan şeyin tehlikesi de olmaz."
TSK’DA "MUHBİR KOMŞU" KORKUSU
"1997 yılında, yurt çapındaki tüm Kuvvetler bünyesindeki askeri birimlerde, askeri hiyerarşiye aykırı olarak yapılan bilgi toplama faaliyetlerinde, subay ve ast
subayların eşleri ve hatta çocukları da birer haber toplama elemanı olarak kullanılmıştır. Bu durum, ordu içinde birlik ve beraberlik duygusunu zedelemiş; komşuluk ilişkilerini zedeleyerek, ‘muhbir komşu’ korkusunu körüklemiştir.
ASTLAR ÜSTÜ FİŞLEDİ
Öte yandan, BÇG içinde görevlendirilen personelin kimi zaman alt rütbelerde olması, bu kişilere kendisinden üst rütbedeki amirlerini de fişleme imkanı vermiş, bu durum ordu içindeki hiyerarşinin bozulmasına yol açmıştır. Keza, çok sayıda sicil amiri/komutan da, ‘irticacı personele müsamaha gösteriyor’ damgası yememek için, terfi vb. endişelerle, bu uygulamalar karşısında sesini çıkaramamıştır.
İRTİCAYA KARŞI BULUT PROJESİ
Komisyonumuza; Türk Hava Kuvvetleri bünyesinde, 1992 yılından itibaren, irticai faaliyette bulunduğu iddia edilen asker personele yönelik olarak, ‘Bulut Projesi’ adıyla yürütülen gizli bir operasyon ilişkin bilgi ve belgeler intikal etmiştir. Söz konusu belgelere göre, yüzlerce Havacı subay ve astsubayın, 1990’lı yıllarda, yasa dışı şekilde sorgulandıkları ve işkenceye maruz kaldıkları anlaşılmaktadır."